Özellikle mistik düşünce sistemleri tarafından sürekli pompalanan ve yücelere ermek adına önemle vurgulanan bir "yalan" vardır: Sevgi.
Koşulsuz sevgi, karşılıksız sevgi, yüce sevgi, sevgi dini, sevgi tarikatı, sevgi yumağı, sevgi pınarı, sevgi dergahı, sevgi şusu, sevgi busu...
Birçok şairin, yazarın, politikacının, din adamının ve çapkının ilk yardım çantası... Nirvanaya koştuğunu iddia eden bazı öğretilerin en başta gelen malzemesi...
Bu yüce(!) duyguya "yalan" etiketini yapıştırdığım için, çok büyük tepkiler alacağımı biliyorum. Binlerce yıl birçok kuram o kadar çok "sevgi" kavramı üzerine kurulmuş ki, gösterilecek tepkilerin ilk etapta haklı olacağını da biliyorum.
Bu nedenle, adım adım ve yavaş yavaş ilerlemek istiyorum...
Öncelikle "sevgi diye bir duygu yoktur" iddiasında değilim. Yani "yalan" etiketini bu duygunun varlığı veya yokluğu üzerine değil, konumlandırıldığı yere yapıştırıyorum. Çünkü "sevginin yüceliği" vurgusunu yapanlar, sevgiyi bir "süreç" olarak değerlendiriyorlar. Değerlendirme böyle yapılınca da, konumlandırılan yer itibari ile koskoca bir yalana dönüşüveriyor.
Sevgi veya sevgisizlik denilen duygu, bir süreç değil sonuçtur. Hem de kaçınılmaz bir sonuçtur. Yemek yeme sürecinden sonra, nasıl ki kaçınılmaz bir sonuç olarak tuvalete dışkılarız, tıpkı bunun gibi, yaşayacağımız bazı süreçlerin sonunda da, kaçınılmaz olarak “sevgi” veya “sevgisizlik” duyumsamasını yaşarız. Dışkılamak ile sevgiyi, sadece “sonuç” olmaları açısından benzettiğimi özellikle vurgulamak isterim. Elbette ki “sevginin dışkı kadar değeri vardır” demek istemiyorum.
Peki, bu sonucun süreci nedir? Yahut başka türlü sorayım: Tuvalete dışkılamak sonucunun süreci yemek yemek ise, sevgi sonucu hangi sürecin sonunda kaçınılmaz olarak gerçekleşir?
...........
Sevgi sonucunu doğuran sürecin olmazsa olmaz iki bileşeni vardır; birincisi güven, ikincisi de saygıdır. Devam etmeden önce, lütfen son cümleyi bir kez daha okuyun. Sevgi sonucunu doğuran sürecin olmazsa olmaz iki bileşeni vardır; birincisi güven, ikincisi de saygıdır.
"Bugün Ahmet isimli birisi ile tanıştım. Uzun süre sohbet ettik. Konuşmaları bana hiç güven telkin etmedi. Tavır ve davranışları ise saygı uyandırmaktan çok uzaktı. Fakat çok sevdim keratayı..."
Sizce böyle bir şey mümkün müdür? Yani öyle bir sürecin ardından, böyle bir sonuç çıkar mı? Yahut:
"Bugün Ahmet isimli birisi ile tanıştım. Uzun süre sohbet ettik. Oturması, kalkması, tavırları ve davranışları bende büyük bir saygı uyandırdı. Konuşmaları ve fikirleri de inanılmaz bir güven duygusu oluşturdu. Fakat hiç sevemedim keratayı..."
Peki bu mümkün mü? Elbette ki her iki durumda da bir imkansızlık net olarak gözlemleniyor. Çünkü tüm sonuçların şekillenmesini, süreçlerin ilerleyiş şekli tayin eder. Dışkılamamızın mahiyetini, sofrada tükettiklerimiz belirler.
Bir Tanrı inancına sahipseniz ve "ben Tanrı'yı çok seviyorum" dediğinizde, karşınızdaki size "neden seviyorsun, bunun sebebi ne" şeklinde bir soru yöneltirse, nasıl bir cevap vermeyi düşünürsünüz? Böyle slogan şeklinde beyan edilen bir sevginin, seven ve sevilen açısından kıymeti ne kadardır?
Her şeyin bir Tanrı tarafından yaratıldığına inanıyor ve bu yaratıştaki yasalara içinizde bir "güven" duygusu oluşmuyorsa, "saygı" ile önünde eğilemiyorsanız, "seviyorum, çok seviyorum, sevgimden ölüyorum" diye feryat etmenizin nasıl bir karşılığı vardır?
Daha doğrusu, güvenmeden ve saygı duymadan herhangi bir şeyi "koşulsuz seviyorum" demek ne kadar gerçekçi ve samimidir?
Durup dururken, tepeden inme ve herhangi bir süreç yaşamadan hiçbir şeyi ve hiçbir kimseyi sevemezsiniz. Öte yandan süreçler her zaman sonuçlardan çok daha fazla bir öneme sahiptir. Çünkü süreçlerde bir çaba, sonuçlarda ise “kaçınılmazlık” vardır.
İşte bu nedenle slogan düzeyinden öteye geçemeyen “sevgi propagandası”, insanoğlunun hiçbir işine yaramamıştır, yaramayacaktır da... Yere bağdaş kurularak, eller birbirine öpüştürülerek, gözler bayıltılarak, “koşulsuz sevelim birbirimizi” cümlesini kurmak romantizmden öteye gidemez.
Güven ve saygı duyarsanız, otomatik bir sonuç olarak da seversiniz. Güven veya saygı, yahut ikisi birden sona ererse, önceden doğmuş olan sevgi kısa bir süre daha yaşar ve ölür. Tekrar güven ve saygı oluşmadan, yeni bir sevgi asla doğmaz, doğamaz.
Şunu da belirtmeliyim ki, "kimse kimseye zulmetmemeli, kimse kimseyi sömürmemeli, kimse kimseyi öldürmemeli, kimse kimseye iftira atmamalı" ve benzeri evrensel prensiplerin, "koşulsuz birbirimizi sevelim" romantizmi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Hülasa... (Saygı + Güven = Sevgi) denklemi, doğru olan denklemdir. Bu denklemde asıl konuşulması ve izah edilmesi gerekenler, eşitliğin solundakilerdir. Çünkü onlar süreçtir ve asıl belirleyicilerdir. Eşitliğin sağındaki "sevgi" ise kaçınılmaz bir sonuçtur ve üzerinde bu kadar edebiyat üretmeye gerek yoktur.
Öte yandan, bir Tanrı inancına sahipseniz, O’nun sevgisinin de bir “sonuç” olduğunu kabul etmelisiniz. Ancak burada belirleyici bir fark vardır: Eğer Tanrı gerçekten varsa ve yarattıklarını seviyorsa, bu sevgi “güven+saygı” gibi insani bir süreçten değil, “salt yaratma” eyleminden doğar. Yani Tanrı’nın sevgisi yaratma eyleminin kendisinde içkindir; insanî süreçlere ihtiyaç duymaz.
Mustafa Orhan METİN - 2017


WhatsApp ile iletişim